NURHAN ÇETİNKAYA: CHP’Yİ YÖNETENLER 1920’DEN ÖTEYE GİDEMİYOR
Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi’nin günümüzde geldiği durumdan derin üzüntü duyduğunu belirterek düşüncelerini paylaşan Nurhan Çetinkaya, partinin artık bir marka gibi sadece raflarda yer alan bir malzeme haline getirildiğini ve yapılanların Atatürkçü düşünceyle ya da vizyonuyla ilgisi olmadığını vurgulayarak düşüncelerini paylaştı.
ATATÜRK’ÜN SADECE ADI VAR, DÜŞÜNCESİ VE VİZYONU YOK
İşte CHP'yi yönetenlere dair Nurhan Çetinkaya’nın sert eleştirileri:
"CHP’yi yönetenler 1920’den öteye gidemiyorlar. Atatürk 10. Yıl Marşı’nı yazdırmış, çünkü on yılda çok şey başarmış. Peki, o bayrağı devraldığını iddia edenler ne yaptı? Hiçbir şey… Adı var ama Atatürk’ü ve onun düşüncesini, vizyonunu, misyonunu taşıyan yok. Sadece büstler yapıyorlar, Nutuk okuyorlar ama onun birikimini, dünya görüşünü, teknolojik ve kültürel gelişmelerini ilerletmediler. Türkiye’yi 1920’de bırakmışlar. Atatürk’ün devrimlerinin üzerine koydukları bir şey yok. Karşı tarafı ‘gerici’ diye yaftalıyorlar ama bence asıl gerici olan kendileri. İnanıyorum ki Atatürk sağ olsaydı, önce onları partiden kovardı, olmazsa partiyi kapatırdı."
Çetinkaya, medyadaki bölünmüşlüğe de dikkat çekerek, “Beklentisi olmayan vatandaşların eleştirileri bile AKP yandaşlığıyla ilişkilendiriliyorsa, bu ciddi bir sorun” diyerek, ahlaki değerlere vurgu yaptı. Yönetici vasfını taşıyan herkesin topluma örnek olduğu bilinci ile, özel hayatlarını da toplumun değerlerine uygun yaşaması gerektiğini belirterek, “17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu döneminde AKP’nin arabası geçtiğinde ‘hırsız’ diye bağırıyorduk. Şimdi karşı taraf ‘Siz kendi hırsızınıza bakın’ diyor. CHP’dene arsızlık ne de hırsızlık olmamalı, olmaması lazım.” diye konuştu.
CHP E5’İN ÜSTÜNÜN PARTİSİDİR
CHP’yi “E5’in üstü” olarak tanımlayan Nurhan Çetinkaya, CHP’nin entelektüel, dünya görüşü geniş bir kitleye hitap etmesi gerekirken, gelinen noktada büyük bir hayal kırıklığı olduğunu vurgulayarak, “İnsanlar, AK Parti’yi süpermarket gibi görüp eleştirirken, başka seçeneği olmadığı için mahalle bakkalı samimiyetinde sandığı, içine girince bitli bakkal gerçeği ile karşılaştığı CHP’den alışveriş yapmak zorunda kalıyor. Bu gerçekleri dile getirdiğim için partiden uzaklaştırılmam ise trajikomik. Eleştirilere kulak verilmeden değişim mümkün değildir.” ifadeleriyle devam etti.
BÖYLE PARTİLİLİK DE, YOLDAŞLIK DA OLMAZ
Partideki iç hesaplaşmalar, samimiyetsizlikler ve kendi içindeki çelişkiler yüzünden doğruyu söyleyenlerin susturulmaya çalışılmasının üzücü olduğunu vurgulayan Çetinkaya, Hrant Dink davasıyla ilgili isimlerin CHP’de görünmesinin ise ayrı bir travma olduğunu altını çizdi. Yurttaşlık bilinciyle, sorgulayıcı duruşun ve eleştirinin inanılan değerlerin koruması adına da önemli olduğunu söyleyerek, disipline verildiğini kendisine gelen bir telefonla öğrendiğini, genel başkan da dahil parti büyükleri hakkında tweet atıldığı için olduğunu öğrendiğini söyledi.
Şikayetin Bakırköy ilçe başkanlığından geldiğini öğrenince, dönemin İlçe başkanını aradığını, ancak net cevap alamadığını ve disipline verilmesi konusunda herkesin birbirine top attığını belirterek, “Kimse sen haksızsın demiyor, ık mık edip top çeviriyor. Herkes birbirinin arkasından kuyusunu kazıyor. Böyle yoldaşlık da, partilik de olmaz.” dedi.
Savunmaya gittiğinde, Hrant Dink’in öldürülmesiyle ilgili davada sanık olarak yargılanan, dönemin İstanbul İl jandarma komutanı Ecevit Emir’in Uşak Eşme’de bağımsız belediye başkanı seçilmesinin ardından CHP’ye katılmasını, rozetini de Genel Başkanı Özgür Özel’in takmasını, katilinin kuzeninin CHP’den meclis üyesi olmasını ve Veli Ağababa ile Kandıra Cezaevi'ne giderek Ogün Samast’ı ziyaret etmesini kabul etmediğini söylediğini belirten Nurhan Çetinkaya şöyle devam etti.
Ben de bir partili olarak genel başkanımın yaptıklarını sordum. Ben anlattıkça disiplin kurulu üyeleri şaşırdı. Kimsenin bir şeyden haberi yok. Hiç mi kitap, haber okumazsınız. Evet okuyorlar ama sadece kendilerini öven gazeteleri okuyorlar. Körler sağırlar birbirini ağırlar tarzındaki siteleri ve kişileri takip ediyorlar, benim gibi sorup sorgulayan ve cevap bekleyen üyelerini de disipline vererek partiden atmaya kalkıyorlar.
Ben Maliye Bakanlığı'nın yaptığı hataları da, Erdoğan'la ilgili bir yanlış varsa onları da dile getirip eleştirdim. Onlarla ilgili de hakkımda 3-4 tane hakaret davası açıldı ama hepsine takipsizlik verildi. Çünkü haklıydım. Çünkü hakaret yoktu. Yurttaş olarak yapılanları sorgulamamız, doğruyu yanlışı değerlendirmemiz ve ne pahasına olursa olsun dile getirmemiz gerekiyor. Bu bizim yurttaşlık görevimiz.
Partiden atılıp yeniden dönmek için de parti meclisinin kararı gerekiyor. Partimin bana ihtiyacı olduğunda koşa koşa gitmek ve savunduğum değerleri parti meclisinin insafına bırakmamak için de kendim istifa ettim
BİR PARTİNİN BUSİNESS PLANI OLMAZ MI?
Parti içinde adalet ve demokrasi sağlanmadan, bu kavramları dışarıda savunmanın samimiyetinin de sorgulanır hale geldiğini belirterek, “Derebeylik düzeni” benzetmesi yapan Çetinkaya, partideki hiyerarşi ve ayrıcalıklı grupların varlığına dair eleştirilerde bulunarak, “Dışarıdaki eleştirenlerin susturulup, değişimden bahsedenlerin yerinde kalması, siyasetteki gerçek değişimin önündeki en büyük engellerden biridir. Böyle durumlarda halkın güvenini kazanmak zorlaşıyor.” dedi.
Partideki değişim söylemlerinin yüzeyselliğine ve gerçek anlamda dönüşümün eksikliğine vurgu yapan Nurhan Çetinkaya, Kemal Kılıçdaroğlu’nun abilik düzeniyle gelen saygınlığı ve disiplin ortamının, yerini trollere ve kişisel menfaat odaklı siyasete bıraktığını, bu durumun da Ekrem İmamoğlu ile birlikte oraya çıktığının aşikar olduğunu, bunun da ciddi bir sorun olduğunu, siyasetin temel amacının ülkenin birliği olduğunu unutan bu tavrın da kamuoyunda partinin itibarını zedelediğini söyledi.
Gürsel Tekin’in mahkeme tarafından İstanbul İl Başkanlığı'na kayyım olarak atanmasıyla ilgili de konuşan Çetinkaya, “Bugün partinin başına kayyım geldiyse bu kayyımın günahı değil” diyerek, konuyla ilgili düşüncelerini de şöyle paylaştı.
Gürsel Tekin’i kayyım atayan kim? Ülkenin başı. O zaman senin davan Gürsel Tekin’le değil, onunla. Madem Ak Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, senin davan onunla.
Ama Erdoğan’a laf söyleyemeyenler bunu söyleyen bizlere vurmaya çalışıyor. Bazen sosyal medyada bir şey yazıyorum, bakıyorum herkes bana yükleniyor. Yahu arkadaş ben fikrimi yazıyorum . Varsa bir fikrin sende yazarsın. Ama sokak ağzıyla cevap vermeye kalkarsan, beni değil sözde savunduğun partinin seviyesini gösterirsin. Seviyesizce karşılık vermek yerine yapıcı, olgun tartışmalar şart. Asıl mesele fikirlerin özgürce ifade edilmesi ve partinin değerlerine sahip çıkılması. Benim değerlerini savunduğum CHP bu değil, savunan da zaten benim nazarımda CHP’li değil.
BÖYLE DEVAM EDERSE CHP BÖLÜNÜR
Dünya tarihine bakınca da iktidarı yönlendirenin muhalefet olduğunu, bizde ise tam tersine iktidarın muhalefeti yönlendirdiğini söyleyen Çetinkaya, düşüncelerini anlattı.
“Eğer iyi bir muhalefet yaparsan iktidar bineceği arabanın markasına bile bakar. Yürüyüşüne bakar, hal ve hareketlerine dikkat eder. Bir karar alırken muhalefet kanadının göstereceği tepkiyi hesaplar ve risk analizini ona göre yapar. Dediğim gibi bizdeki durum tam tersi ve görüyoruz ki iktidar muhalefeti yönlendiriyor ve başarılı da oluyor. Böyle devam ederse korkarım CHP bölünür.
İKTİDARIN OYUNLARINA, MUHALEFETİN SUSKUNLUĞUNA BOYUN EĞMEYİZ
İBB’ye yapılan operasyon kapsamında tutuklanan Belediye başkanlarıyla ilgili düşüncelerini de paylaşan Nurhan Çetinkaya şu ifadeleri kullandı.
Hukuk herkes için eşit işlemedikçe adalet olmaz. Yolsuzluk varsa elbette hesap sorulsun, ama tutuklama istisnadır, kural değil. Tutuksuz yargılanmak temel bir haktır. Bugün CHP’li belediyelere yapılanlar, geçmişte AKP’liler için uygulanmayan standartların göstergesidir. Yargının tarafsızlığı ve demokrasinin asıl sınavı, kime karşı olursa olsun adil olmaktır. İktidarın "göstermelik adalet" oyunlarına da, muhalefetin suskunluğuna da boyun eğmeyiz.
Türkiye'de iki tip parti var:
* Kurumlaşmış partiler: CHP ve MHP gibi geçmişi, hafızası ve iç demokrasisi olan yapılar.
* Patron partileri: Lider ne derse o olur. AKP, HDP, YRP, Zafer gibi...
Bugün yolsuzlukla anılan birçok sermaye grubu, AKP iktidarıyla serpildi. CHP'de konuşursun, eleştirirsin, gerekirse disipline verilirsin ama söz hakkın vardır ve mutlak bir şekilde ifade edersin. AKP'de ise konuşamaz, susarsın. Şu bir gerçek ki demokrasi konuşan azınlığın fikirlerinin dikkate alınmasıyla kurulur.
GEÇMİŞİN YÜKÜNÜ TAŞIYAN İKİ HALK İÇİN DE YENİ BİR SAYFA
Son zamanlarda Ermeni toplumu ve Patrikhane ile ilgili paylaşımlarıyla da dikkat çeken Çetinkaya, konuyla ilgili düşüncelerini ise şöyle paylaştı.
Bizler bir zamanlar ismimizi bile saklardık. Ermeni olduğumuzu söylemeye çekinir, lakaplarla yaşar, görünmeden var olmaya çalışırdık. Bu güne geldiğimizde ise, Cumhurbaşkanı’nın 24 Nisan mesajı yayınladığını, Patriklerimize devlet töreniyle veda edildiğini görüyoruz.
Bu topraklarda bir arada yaşamanın, acıları inkâr etmeden iyileşmenin mümkün olduğunu görmek umut verici. Patrik Sahak Maşalyan’ın da bu süreçte sadece bir ruhani lider değil, aynı zamanda bir dost, bir köprü, bir ses olduğunu düşünüyorum. Birbirimizi dinlemeye, anlamaya devam edelim. Çünkü insanlık, siyasetin çok ötesinde bir şeydir.
Bir zamanlar ismini gizleyen bir halktan, bugün Türkiye Cumhurbaşkanı’nın mazbata törenine katılan Ermenistan Başbakanı’na geldik. Paşinyan’ın, Putin’e ve diasporaya rağmen Türkiye ile yakınlaşma iradesi göstermesi; geçmişin yükünü sırtında taşıyan iki halk için de yeni bir sayfa olabilir.
Unutmayalım, diplomaside semboller önemlidir. Bir tebessüm, bir el sıkışma, bir katılım. Bazen yılların açamadığı kapıları aralayabilir. Yeter ki iyi niyetli olalım, barışı önce hayal edelim. Sonra adım adım inşa ederiz.
Her şeye rağmen Türkiye Cumhuriyeti’nin 36 Beyannamesi sonrası geri kazandırdığı vakıf malları, süren davalar ve topluluğumuzun kazanımları bize gösteriyor ki umut var. Yeter ki bu umudu kişisel hırslarla değil, adaletle ve liyakatle büyütelim.
"Barışın gölgesinde kırgınlıklar…"
Paşinyan’ın Türkiye ziyareti, iki halk arasında uzun zamandır özlenen bir yakınlaşmanın simgesiydi. Ancak o ziyarette, belki de olması gereken en anlamlı el sıkışmalardan biri gerçekleşmedi. Ermeni tarihinde ilk kez, bir Ermenistan Başbakanı İstanbul’a geldiğinde Patrikhane’nin kapısı kapalıydı. Bir Cuma günüydü. Aynı gün dönemin İstanbul Müftüsü (bugünün Diyanet İşleri Başkanı), Paşinyan’ı Sultanahmet Camii'nde karşıladı. Ama bizim Patrik, başka bir ülkede programdaydı. Bu beni derinden yaraladı. Çünkü o, sadece eski bir dost değil, aynı zamanda ruhani liderimiz. Böylesine tarihi ve sembolik bir günde orada olmaması bir eksiklikti.
Son dönemde cemaat içinde başka kırılmalar da yaşandı. Değerli bir rahibimiz — ki cemaat içinde "kurmay sınıf" sayılır — haksız bir şekilde görevden el çektirildi. Kararı verenler, onu anlayamayacak seviyedeydi. Bu durum, sanki bizim içimizde bir "15 Temmuz" yaşanmış gibi hissettirdi.
"Emanetlerimize sahip çıkmak, geleceğimize sahip çıkmaktır."
Bugün cemaatimizin geçmişten gelen vakıf malları, mülkleri ve gelir kaynakları, yalnızca cemaat üyeleri için değil, ülkemizin ortak iyiliği için de büyük bir potansiyel taşıyor. Doğru yönetildiğinde, bu kaynaklar hem eğitimde hem sosyal destek alanlarında büyük katkılar sağlayabilir. Ancak hâlâ okullarımızda ciddi sorunlar var. Eğitim bağışlarla dönüyor, sistemli bir destek mekanizması hâlâ kurulabilmiş değil. Koordinasyon eksikliği, cemaatimizin gücünü azaltıyor. Oysa ki bu güç, doğru planlama ve şeffaflıkla sadece Ermeni toplumuna değil, Türkiye toplumuna da katkı sağlayacak bir yapı oluşturabilir.
Cemaatin malı; torunlarımızın, öğrencilerimizin, yaşlılarımızın ve geleceğimizin emaneti. Bu emaneti kişisel hesaplardan uzak, kolektif akılla yönetmek hepimizin görevi.
“Doğruya doğru, yanlışa yanlış demek boynumuzun borcu.”
Geçtiğimiz günlerde mezarlıklarla ilgili bir mağduriyeti gündeme getirmiştim. Ruhani Kurul Başkanı arayarak, o haberin eski olduğunu, yeni yönetim olarak artık fakir ve ihtiyaç sahiplerinden defin ücreti alınmayacağını bizzat bildirdi.
Bu önemli adımı kamuoyuyla paylaşmak istedim. Doğru bir karar, yerinde bir uygulama. Emeği geçen herkese teşekkür ederim. Eksikleri eleştirmek kadar, doğruyu takdir etmek de sorumluluğumuz.
"Bu topraklar bir ebru. Renkler birbirine karışmış, ayrışmamış..."
Araştırmalarımda Anadolu’nun dört bir yanında yaşamış Ermenilerin izini sürüyorum. İl il, köy köy. Her gün biri arıyor: “Abi, bizde de bir şeyler var galiba. Acaba ben de mi Ermeni’yim?” diye soruyor.
Kimliğimiz, geçmişimiz, köklerimiz bu coğrafyanın zenginliğidir. Türk, Kürt, Ermeni, Laz, Çerkes, Alevi, Sünni. Bu topraklarda kim kiminle iç içe geçmiş, artık ayırmak mümkün değil. Çünkü biz bir mozaik değil, bir ebruyuz. Renkler iç içe, bölünmeden, birbirine karışarak yaşamışız.
Amerika’nın 2 komşusu var, bizim 11. Ama komşuyu akrabadan ayıran şey bellidir. Komşu gönüldür. Deprem olduğunda önce komşularımız koşar bize. Biz de onlar için koşarız.
Bu yüzden bu ülkede kimseyi diline, dinine, kökenine göre yargılamadan, hep birlikte “büyük Türkiye”yi inşa etmek zorundayız.
“Sanat da en az asfalt kadar gereklidir. Belki ondan daha kalıcıdır…”
Son olarak yaşadığı ve bir dönem meclis üyeliğinin yanı sıra, Başkan Yardımcılığı ve Avrupa yakasının tek opera salonu olma özelliğini taşıyan Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi Koordinatörlüğünü de yapan Nurhan Çetinkaya, Bakırköy gibi kültür ve sanatın kalbinden çıkmış bir ilçede görev yaptığı dönemde; sadece yolları değil, kültürle ruhları da beslemeye çalıştığını söyleyerek anlattı.
Opera konserlerinden sinema gösterimlerine, görme engellilerle farkındalık çalışmalarından uluslararası festivallere kadar uzanan etkinliklerle Bakırköy’ün kültürel kimliğine katkı sunduk.
Bugün görüyorum ki o ruh biraz sessizleşmiş. Oysa Bakırköy, her daim sanatın, düşüncenin ve çok sesliliğin merkezi olmalıdır. Asfalt pahalıdır ama her sene dökülür. Sanat ucuzdur ama bir ömür hatırlanır.
“Bisiklet parkını söktüler”
Meclis üyesi olduğum dönemde 3 yıl bisiklet festivali yaptım. Bisiklet kullanımına uygun olan ilçemiz okullarına bisiklet parkları yapalım dedim. İlk bisiklet parkı projesini Bakırköy Belediyesi’nin kapısına yaptırdım. Hem çevreci hem çağdaş bir adım olsun istedim. Sürdürülebilir ulaşımı teşvik edecek küçük ama anlamlı bir adımdı. Kaldıran ise yine belediye oldu.
“Yeşilköy’ün ruhu kayboluyor”
Yeşilköy sokakları geçmişte yaşayan bir ruhu, tarihi ve kültürü taşıyordu. Şimdilerde o ruhunu kaybetti. Çirkin ve plansız projelerle, verilen ruhsatlarla veya denetlenmeyen ruhsatsız alanlarla kimliği siliniyor. ‘Hiç olmazsa tüm mekanları kayıt altına alın, vergi girsin, kamu kazansın’ dedik, yine dinletemedik. Yolsuzluğa değil, adil yönetime inandık. Yine bağırdılar, susturmaya çalıştılar.
Her sokağın kendine ait bir ruhu, bir hikayesi olsun istedik. Sokaklara renk, anlam, yaşanmışlık katacak projeler sunduk. Tınmadılar. Çünkü onların derdi ne sokaktı, ne insan, ne sanat, ne yaşam. Liyakat yerine çıkar, vizyon yerine rantla yönetilen her yapı çökmeye mahkûmdur. Bunları söyleyince, “kötü adam” ilan ediyor, dışlıyorlar ama asıl kötü olan, bu güzel mahallelerin ruhunu kaybetmesidir.
İstanbul’da Yeşilköy ve Moda gibi özel mahalleler var; kapıları, tarihleri, sakinleri farklı. Ama belediyede çalışanların çoğu bu derin kültürü anlamıyor, bilmiyor. Mecliste ise kimse gerçek bir hafıza, bilgi taşımıyor. Bu kentin kültürüne sahip çıkmazsak, geleceğimiz karanlık olur. Bakırköy Belediyesi’ni yöneten mevcut idarecilerin Bakırköy’le ilgili bilgisi, deneyimi ve hafızasal arşivi olmadığını biliyor ve görüyoruz.
Biz bisikletle geldik, sokakları güzelleştirmek istedik. Onlar balkonlara duvar ördü, renkleri susturdu. Ama biz hâlâ buradayız.
Yine bisikletle, yine umutla, yine sokak sokak çalışmaya hazırız.