YAŞANANLARA ‘KADER’ DEMEMİZİ İSTEYEN BİR ANLAYIŞLA KARŞI KARŞIYAYIZ

Gündem 07.12.2025 - 16:49, Güncelleme: 07.12.2025 - 16:54
 

YAŞANANLARA ‘KADER’ DEMEMİZİ İSTEYEN BİR ANLAYIŞLA KARŞI KARŞIYAYIZ

Bakırköy Belediye Meclisi’nin aralık ayı son toplantısında CHP’li Meclis Üyesi Cahit Ataş, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü nedeniyle gündem dışı söz aldı. “Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki her sabah uyandığımızda gökyüzü aynı gökyüzü olsa da içimize düşen haberler bambaşka. Bir yanda umutla ekmek parasının peşine düşenler, diğer yanda o umudu bile çok gören kara bir düzen” dedi. Ataş’a cevap veren AK Parti Grup başkanvekili Özgür Polat ülkenin dünden bu güne geldiği durumunun dünya ölçeğinde bakılması gerektiğini belirterek, “Tabiiki eleştiri olacaktır ancak yapıcı eleştiri olmasında fayda var.” dedi.
Dilovası’nda 7 kişinin hayatını kaybettiği kozmetik fabrikasında çıkan yangından bahsederek, “Ekmek için girdikleri kapıdan tabutları çıkıyor. Bir çocuk bir daha asla babasının elini tutamıyor” ifadelerini kullanan Ataş,  “Maalesef hala buna kader dememizi isteyen bir anlayışla karşı karşıyayız.” diyerek konuşmasına şöyle devam etti. Oysa biliyoruz ki bu bu ölümler kader değil. Denetimsizliğin, ihmalin, görevini yapmayanların vebalidir. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki gökyüzünde eski bir kargo uçağına emanet ettiğimiz 20 askerimiz şehit oluyor. Aileler neden diye soruyor ama cevap yok. Sorular hala havada asılı kalıyor. Açıklamalar eksik, yürekler yanık. Devlet dediğin evlatlarının canını korumakla mükelleftir. Ama bugün bugün iktidarın uğraştığı yegane şey muhalefeti susturmak, yani gerçeği susturmak ve söyleyenleri cezalandırmak. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki bir kadın aylarca korunma talep ediyor. Defalarca başvuru yapıyor. Fakat her kapıdan eli boş boynu bükük dönüyor. KADINLAR BU ÜLKEDE YAŞAMAK İÇİN MÜCADELE EDİYOR Sonra bir sabah yine kahredici o haber bir kadın daha öldürüldü. Kadınlar bu ülkede yaşamak için mücadele ediyor. Sözleşmeler bir imzayla geri çekiliyor. Ama kadınların canı geri gelmiyor. Yani Yaşar Kemal'in dediği gibi bu ülkede kadın, çocuk ve ağaç olmak acıyla özdeştir. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki bir öğrenci pankart açtığı için gözaltına alınıyor. Bir gazeteci yazı yazdığı için tutuklanıyor. Bir yurttaş tweet attığı için şafak sökmeden üstelik evinden alınıyor. Soru sormak cesaret, düşünmek risk, konuşmak bedel ister hale geliyor. Sanki bu ülkenin bu toprakların ruhu susturulmak istemiyor. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki evine bir kilo meyve götüremeyen anneler pazarlar dağıldıktan sonra tezgah altında kalmış çürük sebzeleri toplamak zorunda kalıyor. Emekliler bir ömür verdikleri ülkede bugün temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor. İlaç alamıyor, kira ödeyemiyor, torunlarına harçlık veremiyor. Yoksulluk bir istatistik değil, mutfağın boş penceresi sofranın eksilen tabağıdır. Yani Nazım Usta'nın da dediği gibi evimize haftada bir et gelir ve çocuklarımız işten eve sapsarı iskelet gelir. Ve öyle bir ülkede yaşıyoruz ki eğitim gibi en temel hakkımız bile artık eşit, adil, güvenli değil. Atanamayan onbinlerce öğretmen bir ömür verdikleri meslekleriyle aralarına konan duvarların önünde bir çare bekliyor. Bir tarafta öğretmen fazlası olduğu söylenirken diğer tarafta 50-60 kişilik sınıflarda çocuklar nefes alamıyor. Ücretli öğretmenlik yarası kanayıp duruyor. Bir ülke öğretmenine sahip çıkamıyorsa evladının geleceğine de sahip çıkmıyor demektir. ÇOCUK İŞÇİLİĞİ GİZLENMİYOR, RESMİLEŞTİRİLİYOR Ve öyle bir ülkede yaşıyoruz ki çocuklar okullarda olması gerekirken MESEM adı altında fabrikalarda, atölyelerde, ağır işlerde zulme maruz kalıyorlar. 14-15 yaşındaki çocuklar kimyasalların arasında, metal tezgahların başında, iş güvenliği olmayan koşullarda hayatta kalmaya çalışıyor. Daha geçen ay bir MESEM öğrencisi iş yerinde hayatını kaybetti. Bu ülkede çocuk işçiliği gizlenmiyor artık. Resmileştiriliyor. Çocukların eğitim hakkı elinden alınırken mesleki eğitim adı altında yaşamla ölüm arasında seçim yapmaları isteniyor. Bir ülke kendi evlatlarını iş güvenliği olmayan atölyelere teslim ediyorsa o ülke geleceğini karanlığa gömüyor demektir. MİLLET İRADESİ DİYE DİYE İKTİDARA GELENLER, HALKIN İRADESİNİ YOK SAYIYOR Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki halk oy veriyor. İradesini ortaya koyuyor ama seçtiğinin yerine kayyum adı verilen atanmışlar geliyor. Doğuda Güneydoğu'da yıllardır süren kayyum uygulamaları artık büyük şehirlere kadar uzanmış durumda. Adana'da, Antalya'da ve İstanbul'da seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanımızın tutuklanmasıyla bu müdahale açık bir demokrasi gaspına dönüşüyor. Millet iradesi diye diye iktidara gelenler halkın iradesini yok sayıyor. Ve aynı ülkede Cumhurbaşkanı "Türkiye bir yargı ülkesidir." derken Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Tayfun Kahraman gibi onlarca kişi Ahim ve Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen hala esaret altında tutuluyor. Hukuk bağımsız değil, adalet siyasetin gölgesinde. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki Uğur Mumcu cinayeti hala aydınlatılmadı. 17 bin faili meçhul ile hesaplaşma yapılamadı. Hrant Dink'in azmettiricileri bulunamadı. Tahir Elçi’nin katilleri hala ortaya çıkarılmadı. Şüpheliler korunuyor. Bu halk aydınlarını karanlığa gömmeye çalışan bu sası karanlığı mutlaka yok edecektir. ANA DİL HAKKI TARTIŞMA KONUSU BİLE YAPILAMIYOR Ve bu ülkede hala ana dil hakkı tartışma konusu bile yapılamıyor. Başta Kürtler olmak üzere tüm halkların temel insan hakları görmezden geliniyor. Oysa insanın dili, kimliği, kültürü, onun varoluşudur. Yok sayılması en derin insan hakkı ihlalidir. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki Karne Tatili yapmak için bir otele giden 75 can yitiriliyor. Ülkesine hasret gezmeye gelen dört gurbetçi yine bir otel odasında zehirlenip ölüyor. İktidarı sürdürmek sorumluluklarının önüne geçmiş. Ülke artık yönetilemiyor. İktidarın neresinden tutsak elimizde kalıyor. Ama iktidar ve yandaşlarının tek derdi muhalefeti yok etmek ve gerçeklerin konuşulmasını engellemek. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki bünkü bugün üzerinde konuştuğumuz insan hakları kavramı maalesef tüm dünyada uğruna bedeller ödenen Antikon'dan Magna Carta'ya, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesinden Fransız Yurttaşlık Hakları Bildirgesine, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine kadar neredeyse tüm özgürlük beyannameleri tarihin tozlu raflarına kaldırılmış birer kâğıttan ibaret hale gelmiş. Ama aynı ülkede güneşi omuzlarında taşıyan insanlar da var. Gerçeği korkmadan söyleyen gazeteciler, demokrasi için direnen gençler, eşitlik için yürüyen kadınlar, adalet için nöbet tutan aileler, iradesine sahip çıkan milyonlar. İşte bu yüzden biz karanlığın değil, aydınlığın yanında duracağız. Kayyumların değil, sandığın yanında duracağız. Baskının değil, özgürlüğün yanında duracağız. BU ÜLKENİN HİKAYESİ BÖYLE BİTMEYECEK Eğitimin adaletin, eşitliğin, insan onurunun, onurun yalnızca kitaplarla değil, hayatın içinde var olması için mücadele edeceğiz. Çünkü bu ülkenin hikayesi böyle bitmeyecek. Biz bu hikayenin sonunu birlikte getireceğiz. CHP’li Ataş’a cevap veren Ak Parti Grup Başkanvekili Özgür Polat, “Eleştiri olacak tabii ki, olmalı da ama eleştiri yapılırken gerçeklerden de korkmamak gerekiyor. Tüm küresel tabloyu da görmek gerekiyor” dedi. ELEŞTİRİLER ÇÖZÜM ÖNERİLERİYLE KONUŞULMALI Yapılan eleştirilerin çözüm önerileri ile birlikte konuşması gerektiğini belirten Polat, “Bu ülke nerelerden nereye geldi? Bunları da konuşmak gerekiyor.” diyerek eleştirilere yanıt verdi. “Suların akmadığı, çöplerin sokaklarda dağ gibi biriktiği, bebeklerin hastanelerde rehin kaldığı, depremlerde insanların yalnız bırakıldığı, hukukun doğru düzgün olmadığı, vatandaşların devlet kapılarında görülmediği, sayılmadığı günlerden Türkiye bugünlere geldi. Şu anda Türkiye 81 il de altyapısı güçlenmiş, suları kesintisiz akan, atık yönetimi modernleşmiş, sağlık hizmetlerine erişimde devrim niteliğinde bir dönüşüm yapan, afet anında devletin tüm kurumlarıyla vatandaşın yanında olduğu durumlara geldik. Elbette ki eksiklerimiz olacaktır, vardır. Biz bugün görüyoruz ki 25 yıldır şu Bakırköy Belediyesi'ni yönetemeyen bir CHP var karşımızda. Burası eleştirilmezken, geçmiş dönemler eleştirilmezken devletin yaptıklarını görmeden birçok eleştiriyi burada yapmanın haksızlık olduğunu düşünüyorum. DEMİRTAŞ 9 YILDIR İÇERİDE İnsan Hakları Günü nedeniyle yaşanan insan hakları ihlallerinden bahsettiğini söyleyen Cahit Ataş, “Anayasa Mahkemesi kararları uygulanmıyor.  9 yıldır Selatin Demirtaş içeride. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin üç tane kararı var. Sayın Cumhurbaşkanı çıktı, ‘Ülke yargı ülkesi’ dedi. Yani bu ülkede bir hafta içinde yaşanan olaylar Avrupa'nın ya da ortalama bir ülkenin bir tanesinde olsa hükümet istifa eder. Devlette denetleme kalmamış. Devlette kontrol, hukukun işlemesi gibi bir durum kalmamış.” dedi.
Bakırköy Belediye Meclisi’nin aralık ayı son toplantısında CHP’li Meclis Üyesi Cahit Ataş, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü nedeniyle gündem dışı söz aldı. “Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki her sabah uyandığımızda gökyüzü aynı gökyüzü olsa da içimize düşen haberler bambaşka. Bir yanda umutla ekmek parasının peşine düşenler, diğer yanda o umudu bile çok gören kara bir düzen” dedi. Ataş’a cevap veren AK Parti Grup başkanvekili Özgür Polat ülkenin dünden bu güne geldiği durumunun dünya ölçeğinde bakılması gerektiğini belirterek, “Tabiiki eleştiri olacaktır ancak yapıcı eleştiri olmasında fayda var.” dedi.

Dilovası’nda 7 kişinin hayatını kaybettiği kozmetik fabrikasında çıkan yangından bahsederek, “Ekmek için girdikleri kapıdan tabutları çıkıyor. Bir çocuk bir daha asla babasının elini tutamıyor” ifadelerini kullanan Ataş,  “Maalesef hala buna kader dememizi isteyen bir anlayışla karşı karşıyayız.” diyerek konuşmasına şöyle devam etti.

Oysa biliyoruz ki bu bu ölümler kader değil. Denetimsizliğin, ihmalin, görevini yapmayanların vebalidir. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki gökyüzünde eski bir kargo uçağına emanet ettiğimiz 20 askerimiz şehit oluyor. Aileler neden diye soruyor ama cevap yok. Sorular hala havada asılı kalıyor. Açıklamalar eksik, yürekler yanık.

Devlet dediğin evlatlarının canını korumakla mükelleftir. Ama bugün bugün iktidarın uğraştığı yegane şey muhalefeti susturmak, yani gerçeği susturmak ve söyleyenleri cezalandırmak. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki bir kadın aylarca korunma talep ediyor. Defalarca başvuru yapıyor. Fakat her kapıdan eli boş boynu bükük dönüyor.

KADINLAR BU ÜLKEDE YAŞAMAK İÇİN MÜCADELE EDİYOR

Sonra bir sabah yine kahredici o haber bir kadın daha öldürüldü. Kadınlar bu ülkede yaşamak için mücadele ediyor. Sözleşmeler bir imzayla geri çekiliyor. Ama kadınların canı geri gelmiyor. Yani Yaşar Kemal'in dediği gibi bu ülkede kadın, çocuk ve ağaç olmak acıyla özdeştir. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki bir öğrenci pankart açtığı için gözaltına alınıyor.

Bir gazeteci yazı yazdığı için tutuklanıyor. Bir yurttaş tweet attığı için şafak sökmeden üstelik evinden alınıyor. Soru sormak cesaret, düşünmek risk, konuşmak bedel ister hale geliyor. Sanki bu ülkenin bu toprakların ruhu susturulmak istemiyor.

Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki evine bir kilo meyve götüremeyen anneler pazarlar dağıldıktan sonra tezgah altında kalmış çürük sebzeleri toplamak zorunda kalıyor. Emekliler bir ömür verdikleri ülkede bugün temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor. İlaç alamıyor, kira ödeyemiyor, torunlarına harçlık veremiyor.

Yoksulluk bir istatistik değil, mutfağın boş penceresi sofranın eksilen tabağıdır. Yani Nazım Usta'nın da dediği gibi evimize haftada bir et gelir ve çocuklarımız işten eve sapsarı iskelet gelir. Ve öyle bir ülkede yaşıyoruz ki eğitim gibi en temel hakkımız bile artık eşit, adil, güvenli değil.

Atanamayan onbinlerce öğretmen bir ömür verdikleri meslekleriyle aralarına konan duvarların önünde bir çare bekliyor. Bir tarafta öğretmen fazlası olduğu söylenirken diğer tarafta 50-60 kişilik sınıflarda çocuklar nefes alamıyor. Ücretli öğretmenlik yarası kanayıp duruyor. Bir ülke öğretmenine sahip çıkamıyorsa evladının geleceğine de sahip çıkmıyor demektir.

ÇOCUK İŞÇİLİĞİ GİZLENMİYOR, RESMİLEŞTİRİLİYOR

Ve öyle bir ülkede yaşıyoruz ki çocuklar okullarda olması gerekirken MESEM adı altında fabrikalarda, atölyelerde, ağır işlerde zulme maruz kalıyorlar. 14-15 yaşındaki çocuklar kimyasalların arasında, metal tezgahların başında, iş güvenliği olmayan koşullarda hayatta kalmaya çalışıyor. Daha geçen ay bir MESEM öğrencisi iş yerinde hayatını kaybetti.

Bu ülkede çocuk işçiliği gizlenmiyor artık. Resmileştiriliyor. Çocukların eğitim hakkı elinden alınırken mesleki eğitim adı altında yaşamla ölüm arasında seçim yapmaları isteniyor. Bir ülke kendi evlatlarını iş güvenliği olmayan atölyelere teslim ediyorsa o ülke geleceğini karanlığa gömüyor demektir.

MİLLET İRADESİ DİYE DİYE İKTİDARA GELENLER, HALKIN İRADESİNİ YOK SAYIYOR

Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki halk oy veriyor. İradesini ortaya koyuyor ama seçtiğinin yerine kayyum adı verilen atanmışlar geliyor. Doğuda Güneydoğu'da yıllardır süren kayyum uygulamaları artık büyük şehirlere kadar uzanmış durumda. Adana'da, Antalya'da ve İstanbul'da seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanımızın tutuklanmasıyla bu müdahale açık bir demokrasi gaspına dönüşüyor.

Millet iradesi diye diye iktidara gelenler halkın iradesini yok sayıyor. Ve aynı ülkede Cumhurbaşkanı "Türkiye bir yargı ülkesidir." derken Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Tayfun Kahraman gibi onlarca kişi Ahim ve Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen hala esaret altında tutuluyor. Hukuk bağımsız değil, adalet siyasetin gölgesinde.

Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki Uğur Mumcu cinayeti hala aydınlatılmadı. 17 bin faili meçhul ile hesaplaşma yapılamadı. Hrant Dink'in azmettiricileri bulunamadı. Tahir Elçi’nin katilleri hala ortaya çıkarılmadı. Şüpheliler korunuyor. Bu halk aydınlarını karanlığa gömmeye çalışan bu sası karanlığı mutlaka yok edecektir.

ANA DİL HAKKI TARTIŞMA KONUSU BİLE YAPILAMIYOR

Ve bu ülkede hala ana dil hakkı tartışma konusu bile yapılamıyor. Başta Kürtler olmak üzere tüm halkların temel insan hakları görmezden geliniyor. Oysa insanın dili, kimliği, kültürü, onun varoluşudur. Yok sayılması en derin insan hakkı ihlalidir. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki Karne Tatili yapmak için bir otele giden 75 can yitiriliyor.

Ülkesine hasret gezmeye gelen dört gurbetçi yine bir otel odasında zehirlenip ölüyor. İktidarı sürdürmek sorumluluklarının önüne geçmiş. Ülke artık yönetilemiyor. İktidarın neresinden tutsak elimizde kalıyor. Ama iktidar ve yandaşlarının tek derdi muhalefeti yok etmek ve gerçeklerin konuşulmasını engellemek.

Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki bünkü bugün üzerinde konuştuğumuz insan hakları kavramı maalesef tüm dünyada uğruna bedeller ödenen Antikon'dan Magna Carta'ya, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesinden Fransız Yurttaşlık Hakları Bildirgesine, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine kadar neredeyse tüm özgürlük beyannameleri tarihin tozlu raflarına kaldırılmış birer kâğıttan ibaret hale gelmiş.

Ama aynı ülkede güneşi omuzlarında taşıyan insanlar da var. Gerçeği korkmadan söyleyen gazeteciler, demokrasi için direnen gençler, eşitlik için yürüyen kadınlar, adalet için nöbet tutan aileler, iradesine sahip çıkan milyonlar. İşte bu yüzden biz karanlığın değil, aydınlığın yanında duracağız. Kayyumların değil, sandığın yanında duracağız. Baskının değil, özgürlüğün yanında duracağız.

BU ÜLKENİN HİKAYESİ BÖYLE BİTMEYECEK

Eğitimin adaletin, eşitliğin, insan onurunun, onurun yalnızca kitaplarla değil, hayatın içinde var olması için mücadele edeceğiz. Çünkü bu ülkenin hikayesi böyle bitmeyecek. Biz bu hikayenin sonunu birlikte getireceğiz.

CHP’li Ataş’a cevap veren Ak Parti Grup Başkanvekili Özgür Polat, “Eleştiri olacak tabii ki, olmalı da ama eleştiri yapılırken gerçeklerden de korkmamak gerekiyor. Tüm küresel tabloyu da görmek gerekiyor” dedi.

ELEŞTİRİLER ÇÖZÜM ÖNERİLERİYLE KONUŞULMALI

Yapılan eleştirilerin çözüm önerileri ile birlikte konuşması gerektiğini belirten Polat, “Bu ülke nerelerden nereye geldi? Bunları da konuşmak gerekiyor.” diyerek eleştirilere yanıt verdi.

“Suların akmadığı, çöplerin sokaklarda dağ gibi biriktiği, bebeklerin hastanelerde rehin kaldığı, depremlerde insanların yalnız bırakıldığı, hukukun doğru düzgün olmadığı, vatandaşların devlet kapılarında görülmediği, sayılmadığı günlerden Türkiye bugünlere geldi.

Şu anda Türkiye 81 il de altyapısı güçlenmiş, suları kesintisiz akan, atık yönetimi modernleşmiş, sağlık hizmetlerine erişimde devrim niteliğinde bir dönüşüm yapan, afet anında devletin tüm kurumlarıyla vatandaşın yanında olduğu durumlara geldik. Elbette ki eksiklerimiz olacaktır, vardır.

Biz bugün görüyoruz ki 25 yıldır şu Bakırköy Belediyesi'ni yönetemeyen bir CHP var karşımızda. Burası eleştirilmezken, geçmiş dönemler eleştirilmezken devletin yaptıklarını görmeden birçok eleştiriyi burada yapmanın haksızlık olduğunu düşünüyorum.

DEMİRTAŞ 9 YILDIR İÇERİDE

İnsan Hakları Günü nedeniyle yaşanan insan hakları ihlallerinden bahsettiğini söyleyen Cahit Ataş, “Anayasa Mahkemesi kararları uygulanmıyor.  9 yıldır Selatin Demirtaş içeride. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin üç tane kararı var. Sayın Cumhurbaşkanı çıktı, ‘Ülke yargı ülkesi’ dedi. Yani bu ülkede bir hafta içinde yaşanan olaylar Avrupa'nın ya da ortalama bir ülkenin bir tanesinde olsa hükümet istifa eder. Devlette denetleme kalmamış. Devlette kontrol, hukukun işlemesi gibi bir durum kalmamış.” dedi.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yurt-haber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.